HAYALLER KURMAK İSTİYORUM
Nice analar her yıldız kayışında ne dilekler tuttu, her dilek ağacına çaputlar bağladı, nice türbeler gezdi, nice dualar etti, nice doktorlar gezdi. Canından bir can evlada sahip olmak için… Kimileri sahip oldu belki de… Kucağına aldı yavrusunu gözlerine inanamadı öyle güzel öyle masumdu ki… Onu yıkayacaktı… Onu giydirecekti… Onun saçlarını tarayacaktı… Her gittiği yere götürecekti… Canından can parçayı gözünün önünden ayırmayacaktı… Dahası da var tabi; Hastalandığında sabahlara kadar başında bekleyecek. Mezuniyetlerinde en önde alkışlayacak, ağlayarak gururla… Damat olduğunu görüp babaanne olmayı bekleyecek sonrasında da… Er Mustafa'nın da annesi bu hayalleri kuruyordu eminim, Ömer Çavuşun da, Kınalı Ali'nin de… Onların da dilekleri gerçekleşmişti, belki kayan bir yıldızla, belki bir adakla, bir duayla; anne olmuşlardı biricik oğullarına… Büyütmüşler bin bir emek, bin bir zorlukla… Biri işe gitmiş aklı yavrusunda, biri tarlada çalışmış sırtında çocuğuyla, diğeri evinde, aşıyla, ayranıyla… Sabahlar uzakmış onlar hastalanınca, beklemişler başuçlarında… Kurban olmuşlar ana yürekleriyle, gözlerinden akan bir damla gözyaşına… Sonra büyümüş oğulları, asker olmuşlar; anlı, şanlı… Sıra onlardaymış; vatan borcunu ifa zamanıymış… Toplanmış kalabalık, tüm sevenleri ordaymış. Dualarla, akan yaşlarla herkes onları uğurlamış… Bir gün karakol baskını olmuş, Ömer Çavuş, hayata gözlerini yummuş… Dağdaki operasyonda, Kınalı Ali haince vurulmuş… Kahpe mayına basan Er Mustafa, oracıkta şehit olmuş… İşte yine toplanmış kalabalık, tüm sevenleri orada… Yan yana dizili ay yıldızlı bayraklara bürünmüş, hayatının baharında soldurulmuş, kefenlerine kan bulaştırılmış cennet bekçileri, uğurlanıyor analarının feryatlarıyla mekânların en yücesine… Devlet erkânı, tam kadro orada, dimdik ayakta, şehit anaları da ayakta ama yürekleri hiç bitmeyecek bir yasta… Biz de televizyonların başında lanet okuyoruz bu dayanılmaz acıya, yıllardır bitmeyen bu anlamsız harbe ve bekliyoruz şimdi sıra kimde, bize ne zaman sıra gelecek diye… Hain pusularla söndürülen yaşamlara, her geçen gün yenileri ekleniyor. Acımadan, namertçe arkadan uzanıyor katillerin eli, gencecik delikanlılara… Kundaktaki bebeklere kurşun sıkıp adına özgürlük mücadelesi diyen hasta bir zihniyetle bu memleket karşı karşıya… Ama onlar unutmasınlar ki; kıydıkları canların hesabı bu dünyada sorulmasa bile, mahşer de yakalarına yapışacak koskoca bir millet yaşıyor, bu topraklarda… Hangi emelin, hangi hedefin anlamı olabilir ki uğruna gencecik fidanlar, masum insanlar yok olacaksa Ve bir evlatla birlikte koca bir ailenin de öldüğünü lütfen herkes anlasa… Gazi onurlanmış, şehit ise nurlanmış askerdir. Göklerde dalgalandıkça sancak, bilinsin ki Mehmetçik Allah'ın huzurunda eğilir ancak. Vatan için ölen askerin rütbesi, peygamberlikten sonra gelen mertebe, mahşerde… Can yoldaşı olurlarmış cennette, peygamberler meclisinde… Ve öldükten sonra, bir tek şehitler inebilirmiş cennetten gökyüzüne, görünebilmek için sevdiklerine, onların düşlerinde… Şehit anası… Kahpe kurşun değmişken evladına, o uzaklarda pencereden bakıyor dışarıya ve süt kokusu geliyor burnuna… Hastalanıp ateşlendiğinde başucunda beklediği evladı, ateş altında kalmış yatıyor toprakta… Kıyamadığı göz nuru, sakındığı oğlu, can veriyor bir başına… İşte o an bir yıldız kayıyor semada ve bir ana yüreği onunla birlikte ölüp gidiyor, bedeni kalıp dünyada yaşıyor olsa da… Şehitler, toprağa düşen yıldızlar ve toprağa değil kalplere gömülürler... Karanlık gecede, gökyüzünde kayan yıldız gördüğünüzde, bilin ki bir yerlerde, çok uzak köşelerin birinde bir asker yapayalnız, şehit olmuş siz rahatça uyuyun diye… Artık dilek tutmuyorum kayan bir yıldız gördüğümde… Sessizce dua edebiliyorum sadece… Gözyaşlarım, usulca damlıyor yüreğime, kalıyorum öylece… Hayal kurmak istiyorum ve şehit askeri düşünüyorum cennette; Yeniden küçük bir çocuk olmuş koşuyor çimlerde, bu sefer elinde oyuncak bir tüfekle… Ve annesi de bakmaya kıyamadığını seyrediyor, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle…