EREĞLİ GÜNEŞ GAZETESİ

KONYA MİLLETVEKİLİ KONYALI ÇİFTÇİYİ DÜŞÜNÜYOR

CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Tarım ve Orman Bakanlığının bütçesine ilişkin yaptığı konuşmada sert açıklamalarda bulundu. Konuşmasında tarım politikaları ve ekonomik kriz nedeniyle çiftçinin perişan hale geldiğini ifade eden CHPli Abdüllatif Şener, hükûmetin bir an önce ülkenin ekonomisi açısından çok daha verimli ve millî bir ekonominin inşa etmesi gerektiğini vurguladı. Bu ekonomik yapı devam ettiği sürece Türkiye sürekli olarak krizlerle boğuşacaktır! CHPli Abdüllatif Şener, komisyonda yaptığı konuşmada şunları ifade etti: İçinde bulunduğumuz ekonomik durum her ne kadar iktidar tarafından bir kriz olarak adlandırılmıyorsa da doğrudan doğruya ekonomik krizdir. Bu kriz ortamının en önemli sebebiyse ülkenin döviz gelirleriyle döviz giderleri arasındaki farktır; yani Türkiye dış ticaret açığı veren, cari açık veren bir ülkedir. Dış ticaret açıkları, netice itibarıyla da cari açıklar döviz talebine, döviz arzına göre sürekli artmaktadır ve bu aradaki makas da açılmaktadır. Bu ekonomik yapı devam ettiği sürece Türk ekonomisi sürekli olarak krizlere açık hâlde olacaktır. Bunu ortadan kaldırabilmek için Türk ekonomisinin yapılandırılmasına, yeniden yapısal reformlar gerçekleştirmeye ihtiyaç vardır. En önemli yapısal reform ise katma değeri yüksek ürünlere Türkiye'nin geçmesidir, ihracatı ve üretimi ithalata bağımlı hâlden kurtarmaktır veya en azından döviz gelirlerinin döviz giderlerini aştığı bir ekonomik yapı ortaya çıkarabilmektir. Türkiye tarımda doğrudan doğruya dışa bağımlı bir hâle getirildi! Türkiye geleneksel olarak bir tarım ülkesi olduğu için ve dünyanın değişik ülkelerinde hiç üretilmeyen pek çok bitkinin, ürünün Türkiyede üretiliyor olması nedeniyle tarım en önemli sektörlerden biridir. Dolayısıyla, tarım sektörünü sadece olaya tarım olarak bakmadan ülke ekonomisinin bütünüyle bağlantılı olarak yeniden reforme etmeye ihtiyaç vardır. Türk tarımını yabancı girdilerden kurtarmak, üretim yapısını yeniden gözden geçirerek verimliliği artırmak en temel politika olmalıdır. Bu, tarım sektörüyle birlikte bazı diğer sektörlere de kaydırılmadığı takdirde Türkiye geleneksel olarak belli aralıklarla krize girecek demektir, o bakımdan bu son derece de önemli bir konudur. Bakın, tarım girdileri gittikçe daha fazla dışa bağımlı hâle gelmiştir. Elbette akaryakıt, mazot öteden beri ithal ettiğimiz bir üründür ama bununla birlikte, şimdi baktığımızda gübre doğrudan doğruya dışa bağımlı bir hâle dönüşmüştür. Tarla bizim tarlamız, eken biçen bizim vatandaşlarımız ama yine de dışa bağımlıyız! İktidarın 2002 rakamlarıyla bugünü sürekli kıyaslama alışkanlığı var. 2002 ve öncesinde gübrenin yüzde 70i yerli üretim, yüzde 30u ithal olduğu hâlde şimdi oran tersine dönmüştür, yüzde 70lik bir ithalat ve yüzde 30luk bir yerli üretim mevcuttur. Diğer taraftan, bu sertifikalı tohumculuk ve onunla ilgili düzenleme ve uygulama, Türk tarımının dışa bağımlılığını artırmıştır, bunun tekrar gözden geçirilip tohumculuğu dışa bağımlılıktan kurtarmak, yerli üretime ve yerli firmalara dayalı bir tohumculuk mantığına kavuşturmak lazımdır. Tarım ilaçları, o da yüzde 100e yakın bir şekilde ithalata dayalı hâle gelmiştir. Tarla bizimdir, ekenler, biçenler bizimdir, vatandaşlarımızdır ama bu yapısına rağmen Türkiyede tarımın da katma değeri yüksek bir sektör olduğunu söylemek mümkün değildir. Konyada üretici hayvanlarını bile besleyemeyecek duruma geldi! Çiftçiler açısından olaya bakacak olursanız, özellikle bu içinde bulunduğumuz sezon itibarıyla ekonomik krize dayalı olarak tarım girdilerinin yüzde 100ün üzerinde artmış olması nedeniyle büyük zorluklar yaşanmaktadır. İşte gübrede, tohumda yüzde 100e varan, geçen sezona göre yüzde 100e varan artışlar vardır. Mazot fiyatı aynı şekilde çok fazla artmıştır, herhâlde 4,40 gibi bir fiyattan 6,40 düzeyine çıkmıştır. Bu tarım girdileriyle maalesef Türkiyede tarımsal üretimi desteklemek, sürdürebilmek mümkün değildir. 2002den itibaren on altı yıldır 3 milyon hektar tarım arazisinin tarım yapılamaz hâle geldiği, tarım dışı kaldığı ifade edilmektedir ama bu tempo devam ederse, birkaç yıl sürerse şu kriz ortamında birkaç yıl içerisinde bir 3 milyon hektarlık tarım arazisi daha tarım dışı kalacak demektir. Bu, ülkemiz açısından kabul edilemez bir durumdur. Diğer taraftan, yem fiyatlarına bakıyoruz, yem fiyatlarında gerçekten geçen seneyle bu sene arasında çok büyük artışlar var ve besicilik yapanlar bu durumdan son derece mustarip durumdalar. Aynı şekilde, süt fiyatları, süt hayvancılığı yapanlar; süt fiyatları, yem fiyatlarındaki pahalılaşma nedeniyle zor günler yaşamaktadır. Özellikle kriz nedeniyle aylarca sütü teslim eden üretici paralarını tahsil edememektedir. Daha geçen gün Konyadaydım, ‘Üç aydır sütlerimizi teslim ediyoruz ama bedellerini elde edemiyoruz, tahsil edemiyoruz; bu nedenle hayvanlarımızı beslemekte çok büyük zorluklar yaşıyoruz diye feryat ediyorlar. Kanal İstanbula harcayacağınız parayı Konya Ovasının sulanması için harcayın! Sorunlar bundan ibaret değil, tarımsal altyapıya yönelik olarak da bazı olumsuz gelişmeler var yani elbette gelişmelerin olumlu olmasını arzu ederiz ama maalesef bazı değişiklikler tarımı yapılamaz hâle getirmektedir. Özellikle, 2019 bütçesinde yatırım ödeneklerinin hemen hemen bütün sektörler itibarıyla azalmış olması tarım açısından da büyük bir talihsizliktir. Bakın, Urfada, bunun ötesinde özellikle Konya Ovasında yer altı sulamaları nedeniyle gittikçe arazi çoraklaşmaktadır. Hatta yer altı sularının bile kullanılamadığı bir noktaya gelmiştir. Bunun neticesinde de bir taraftan çiftçiler şikâyet etmektedir, arazilerini sulamak istemektedirler, yer altı sularıyla ilgili, kullanım genişliği sağlanmasıyla ilgili taleplerini sürekli dile getirmektedirler ama bir taraftan da Konya Ovasının sulamaması nedeniyle çektikleri sıkıntıları dile getirmektedirler. Konya Ovasıyla ilgili sulama projelerinden ‘Mavi Tünel Projesi denilen proje en önemli uygulanan, tamamlanmak üzere olan projelerden biriydi, bunu 2004 yılında yatırım programına alan benim. Ama şimdi yeni su kaynakları bulmakla ilgili herhangi bir çaba görmüyoruz. Etraftaki su kaynaklarının incelenmesi, hatta uzak bölgelerden su getirilmesi mutlak suretle kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu şekilde devam edersek Konya Ovasının önümüzdeki bir orta dönemde çorak hâle geleceği görülmektedir. Mesela, bazı fantastik yatırımlardan vazgeçip sulamaya ayırmak gerekiyor bu yatırımları. Kanal İstanbula 40 -50 milyar dolar –belki daha fazla- parayı harcamaktansa bu parayı Konya Ovası için harcamak ülkenin ekonomisi açısından çok daha verimli ve millî bir ekonominin inşa edilmesi açısından da çok gereklidir diye düşünüyorum. Şeker fabrikalarının satılması Konyadaki çiftçiyi çok zor duruma düşürdü! Bir yandan şeker fabrikaları satıldı. Bugün beni Ilgından aradılar, Çeltik ilçesine bağlı 11 köy pancarlarını eskiden kantarlar mahallenin yanında bulunduğu için orada teslim ederlerken, bugün fabrika diyor ki: ‘Hepiniz Çeltike getireceksiniz. Bunun neticesinde, pancar üreticisinin en yakın olanı 16 kilometre, en uzak olanı 41 kilometre; 16 ve 41 kilometre traktörleriyle zorluk içerisinde alışmadıkları, daha uzak bir bölgede pancarlarını teslime zorlanmaktadırlar. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde bu ve buna benzer çiftçiyi zora sokan, üretimi zorlaştıran birtakım gelişmeler vardır. Yine, bugün Edremit, Kaz Dağları bölgesiyle ilgili bir grup arkadaşla değerlendirme yapıyorduk, özellikle o bölgeden geçen otoban, işte rüzgâr gülleri, rüzgâr enerjisine dayalı üretim neticesinde bütün zeytinliklerde büyük bir felaket yaşanmış ve özellikle zeytin sineklerini yok eden bir ortam ortaya çıkmış ve zeytinlerin büyük bir kısmı, yüzde 90a yakını ya üretimsiz zeytin ağaçları veya işte kurtlu zeytinler ortaya çıkmıştır deniliyor. Yani dolayısıyla, bir taraftan madencilik, bir taraftan rüzgâr gülleri, bir taraftan otobanlar; Kaz Dağları gibi bir bölgede zeytin üretimini tamamen tasfiye edebilecek nitelikteyse ekosistemin korunması görevinin de yine Tarım Bakanlığına ait olduğunu düşünüyorum. Tarım Bakanlığımızın diğer bakanlıkların yaptığı bu ekosistemi bozan çalışmalarına müdahale etmelidir diye düşünüyorum. Rantçılık, kredi borçları, kontrolsüz ithalatçılık çiftçiyi perişan etti! Ranta dayalı bir ekonomik yapı var. Bu özellikle tarımsal ithalat nedeniyle ortaya çıkıyor. Bakın, kriz çıktı, 14 Ağustos 2018 tarihli kararnameyle Sayın Cumhurbaşkanımız işte 750 bin ton, 700 bin ton mısır, işte 700 bin ton arpa ve pirinç ithaline –gümrüksüz olarak- izin verdi. Daha mısır hasat edilmemişken, hasat arifesinde çıkarılan bu kararname nedeniyle bütün Türkiyedeki mısır üreticisi perişan olmuştur. İthalat izniyle ilgili kararnameler çıkarken Tarım Bakanlığının en azından görüşü alınmalıdır diye düşünüyorum. Tarım Bakanlığına sorulmadan tarımsal ürün ithalatıyla ilgili kararnamelerin Türkiyedeki tarımı kontrolsüz bir şekilde olumsuz etkilediğini görüyoruz. Diğer taraftan, kredi borçları da çiftçinin en önemli sorunu hâline gelmiştir. Bu tarımdaki kredi borçları konusunda büyük zorluklar, büyük sıkıntılar vardır, tarlalar hacizli hâle gelmiştir ve her gittiğim yerde bu kredi borçlarıyla ilgili, birtakım bankaların hacizleriyle ilgili şikâyetler almaktayız, bunu da Sayın Bakana iletiyorum.