Bireysel yaşamımızın söylem ve eylem alanlarına yönelik özeleştiri yapmak; hataları asgari düzeye çekmede, somut sonuçlar elde ederek başarıya ulaşmada, yarattığımız yararlı sonuçlarla kendimize olan özgüvenimizi kazanarak mutlu olmamızı da beraberinde getirir; özgürleşiriz.
Ya toplumsal hayatımızda?
Özeleştiri yapan bireylerden oluşan toplumlar, aksine göre bir adım önde toplumsal bilince ulaşmanın rahatlığı içinde;sosyal, siyasal, külltürel ve ekonomik alanlarda ahenkli yaşayabilme adına ortak paydada buluşmuş toplumlardır. Ancak, tıpkı bireysel yaşamda yapmamız gereken özeleştiri gibi, toplumsal yaşamımızın ortak değerleri olan sosyal ve siyasal hayatımızı da sorgulamalıyız ve irdelemeliyiz. Sorgulama, yanıt alma, felsefenin toplum ve birey için temel konusunu oluşturur.
Sorular sorarak, öneriler sunarak hatta yanıtlar vererek toplumsal hayatımızın bu ortak alanlarını belirlemede ne durumdayız? Siyaset yoluyla yönetme yetkisi verdiklerimize sorular soruyor muyuz, yoksa soru sorma ve yanıt verme yetkisini de onlara mı bırakıyoruz. Kamusal denetim görevi yapmaksızın sadece yönetenlerin keyfiyeti ile maharetine bırakıyorsanız sonucuna da katlanmak zorundasınız.
TALEPLER; ARZI, YANİ HİZMETİN MÜKEMMELİYETİNİ DOĞURUR.
Sanırım,her toplum hak ettiği ölçüde yönetilir sözü bundandır.
Sözün tamda burasında ülke insanları olarak toplumsal hayatımızın ortak istemlerinde , siyaset yoluyla yönetme yetkisi verdiğimiz , egemenliğimizi emanet ettiğimiz kişiler ya da siyasal oluşumlardan ne ölçüde mutlu, huzurlu ve memnunuz? İçinde bulunduğumuz sosyal, siyasal ve ekonomik sıkıntılar gösteriyor ki; istediğimiz, arzu ettiğimiz yerde değiliz. ekonomik açıdan gelir dağılımında dünyanın en kötüleri arasında, iç ve dış açıdan ulusal güvenliğimizi tehdit eden bir yığın sorunlar altında psikolojik rahatsızlıklar yaşayan, adalet ve hukuk açısından sadece elitlerin güven duyduğu, güçsüzlerin güven duymadığı, tarihimizden miras kültürel zenginliğimiz dediğimiz ve yüz yıllar boyu barış ve kardeşlik içinde yaşadığımız bu coğrafyada ayrışmış, ötekileşmiş, çatışma içinde ve bölünme endişesi içinde olmamız, eğitim hayatımızın ideolojilere yenik düştüğü, yetişecek ve yarınlarımızı şekillendirecek gençlerimizin umutsuz ve karamsar olduğu, üniversite mezunlarımızın iş bulamadığı, yerli ve yabancı sermaye gruplarının ulusal sanayi tesislerimizi, verimli topraklarımızı sahiplendiği bunlarda yetmezmiş gibi, bölgemizdeki ateş çemberi içinde savaş korkusunu yaşadığımız gerçeği düşünüldüğünde, hiç de memnun olmadığımızı görürüz. Başbakanın, hatta tarafsız olması gereken c.başkanının, milyonların iradesini temsil eden ana muhalefet partisi liderinin sunduğu bir önerİye, koro halinde,' sen sus, sana soran mı var?' nezaketsizliği, yıllarca sorgulanmıyan , eleştirilmeyen birikmiş cesaretin bir sonucu değil midir?
Demekki halve gidişimizi sorgulama duyarlılığından uzak yaşıyoruz.Yönetenler, uzun iktidar sürelerine rağmen saydığım sorunlar yerinde duruyorsa, değişim gerçekleşmiyorsa, değiştirme fırsatı yakaladığımız seçimlerde değişimi ulus olarak yapabilmeliyiz.
'Yemine bakıp insana inanma; insana bakıp yemine inan.' yoksa aldatı devam edip gidecektir.